Miraç Sohbeti & Prof. Dr. M. Esad Coşan

26 Şubat 2022Dinimi YaşıyorumYorum Yok »

Semâların Ötesine Yolculuk

Recebin 26’sını 27’sine bağlayan gece Mi’rac oldu. Peygamber SAS Efendimiz Kuds-ü Şerif’e gitti. Tabii, gitmeden önce bedenî, mânevî bir takım hazırlıklardan geçti. Önüne beyaz bir binek geldi, Burak isimli… Berk, Arapçada yıldırım demek, ismi ne kadar güzel, ne kadar önemli. Şöyle at gibi, biraz attan küçükçe bir sûretle geldi. Çünkü Peygamber Efendimiz’e ve müslümanlara Allah-u Teàlâ Hazretleri, bazı varlıkları idrak edebilecekleri şekillerle gösterir.

Peygamber SAS Efendimiz’in zamanında insanlar develere, atlara, eşeklere binerlerdi. Onun için Burak sanki böyle attan küçükçe, beyaz bir binek olarak geldi. Peygamber Efendimiz’in önünde durdu. Peygamber Efendimiz ona bindi. O öyle bir gidişle gidiyordu ki, bir adımı attığı zaman, öteki adımını ufka atıyordu, yâni ufuk yanına geliveriyordu. Ama etrafı görerek, aşağısını, çölü görerek gidiyordu. Etrafındaki maddî olaylarla da ilgileniyordu.

Sonra peygamberlerin ervâhıyla buluştu, Kuds-ü Şerif’te onlara namaz kıldırdı. Sonra Allah-u Teàlâ Hazretleri Mi’rac denilen göklere çıkma cihazı ile, yedi kat semâyı geçirterek onu huzur-u izzetine aldı. Birinci semâda neler gördüğünü, nasıl geçtiğini, semânın kapısına nasıl geldiğini Peygamber Efendimiz anlatıyor. Geçtiğimiz seneler bunları size okumuş, anlatmıştım; tekrar olmasın, onları dinlersiniz inşaallah…

Birinci semâda Adem AS atamızla karşılaştı. Cebrâil AS dedi ki:

“–Bak bu senin deden, ebül-beşer, insanlığın babası Adem’dir, selâm ver ona!”

Selâm verdi Peygamber Efendimiz Adem atamıza. Adem atamız da:

“–Ey sâlih oğul, ey sâlih peygamber, sana da selâm olsun!” diye selâmını aldı, konuştular.

Adem AS sağına bakınca gülüyordu, soluna bakınca ağlıyordu. Sağına bakınca gülmesi; evlâtlarından, benî Ademden, beşerden, insanlardan iman edenleri gördükçe, “Bak evlâtlarım mü’min oldular, Allah’a itaatli insanlar oldular, cennetlik oldular!” diye, onlara seviniyordu. Soluna baktığı zaman da; asî, mücrim, kâfir, müşrik, münafık, zâlim, haksız, hırsız, hayırsız insanları görünce, onlara da ağlıyordu. Çünkü kendi evlâdı olunca, “Bunlar cehenneme atılacaklar, cayır cayır yanacaklar.” diye dayanamıyor.

Bu müşrikler, bu kâfirler ne biçim evlâtlar ki, babalarını ağlatıyorlar. Mezarda babalarının kemiklerini sızlatıyorlar, kâfirlik yaptıkları için… Allah bize iman nasib etmiş, elhamdü lillâh; şaşıranlara da hidayet eylesin, doğru yolu göstersin, uyandırsın mütenebbih eylesin…

Hani İbrâhim Edhem efendimiz ava gitmiş de bir ceylan görmüş, onu kovalıyormuş avlamak için… At dıgıdık dıgıdık giderken, bir taraftan da kulağına ses geliyormuş:

“–İntebih!.. İntebih!.. İntebih!..”

Ne demek?.. “Uyan, uyan, mütenebbih ol, intibaha gel!” demek yâni. Allah intibaha gelmek, uyanmak nasib eylesin…

İkinci semâda Yahyâ ve İsâ AS ile karşılaştı. Üçüncü semâda Yusuf AS’la karşılaştı, konuştu. Dördüncü semâda İdris AS’la, beşinci semâda Hârun AS’la, altıncı semâda Mûsâ AS’la, yedinci semâda İbrâhim AS dedesiyle karşılaştı. Tabii, İsmâil AS’ın neslinden geldiği için Peygamber Efendimiz, İbrâhim AS dedesi oluyor. Mûsâ AS’la tekrar tekrar konuşmaları var…

İşte böylece bu Mi’rac vâkî oldu. Allah-u Teàlâ Hazretleri:

Sen ki Mi’râc eyleyip kıldın niyaz,
Ümmetin Mi’râcını kıldım namaz.

diye, ümmet-i Muhammed’in elli vakit namaz kılmasını Peygamber Efendimiz’e tavsiye buyurdu. “Ümmetine söyle, elli vakit namaz kılsınlar!” dedi. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin huzurundan dönüşte altıncı semâya gelince, Mûsâ AS’a uğradı.

Aleyhis-selâm, yâni ona selâm olsun… Biz seviyoruz Mûsâ AS’ı, İsâ AS’ı; yâni nasrânîlerin sevdiği İsâ AS’ı biz daha çok seviyoruz, yahudilerin sevdiği Mûsâ AS’ı bizdaha çok seviyoruz, daha candan seviyoruz. Daha acı bir şey şöyleyeyim onlara, onlara acı gelecek, bizi sevindirici bir şey: Mûsâ AS bizi daha çok seviyor, çünkü biz Cenâb-ı Hakk’ın yolunda yürüyoruz. İsâ AS bizi daha çok seviyor, çünkü biz Allah’ın yolunda yürüyoruz. Allah’ın yolunda yürüyeni, Allah’ın hak peygamberleri daha çok severler.

Mûsâ AS dedi ki:

“–Ne buyurdu Allah-u Teàlâ Hazretleri, yâ Muhammed?”

Peygamber Efendimiz de dedi ki:

“–Elli vakit namaz kılmalarını emretti benim ümmetime Allah-u Teàlâ Hazretleri… Allah-u Azîmüşşan huzur-u izzetinde bana böyle buyurdu.”

Dedi ki:

“–Git, Rabbine dön! Bu elli vakti senin ümmetin yapamaz. Ben senden önce peygamberlik yaptım, bu insanları tanıdım. Bu insanlar maalesef Allah’ın emirlerini tutmakta gevşeklik gösterirler. Rabbinden bunu azaltmasını iste!”

İşte böylece nasihat ede ede, gele gide, Peygamber Efendimiz rica etti Rabbine; “Yâ Rabbi, bu kadarını yapamazlarmış, biraz daha az olmasına müsaade buyursan…” diye diye, nihayet beş vakte indirdi, “Beş vakit namaz kılsınlar!” diye buyurdu Allah-u Teàlâ Hazretleri…

Mi’rac hadis-i şerifinde, sahih hadis-i şerifte var bu… Buhârî ve Müslim’in Mâlik ibn-i Sa’saa’dan rivayet ettiği hadis-i şerifte var.

“–Beş vakti de yapamazlar ey Muhammed, söyle onu da azaltsın!” deyince;

“–Yok, artık yapamam! Rabbimden o kadar istedim ki utandım artık.” dedi.

Amma beş vakit kılınca, Allah-u Teàlâ Hazretleri:

“–Benim huzurumda hüküm değişmez. Ben beş vakit namaz kılana elli vakit kılmış sevabı vereceğim!” diye de Peygamber Efendimiz’e müjdeledi.

Tabii Mi’rac’da yedi kat semâyı geçti, peygamberlerle görüştü. Sonra Me’vâ Cenneti’nin yanındaki Sidretül-Müntehâ’ya kadar Cebrâil AS, Peygamber SAS’i getirdi. Oraya kadar beraber geldiler. İzahat verdi, işte şu şöyledir, bu böyledir diye bilgi veriyordu. Sidretül-Müntehâ’ya gelince durdu.

Dedi:

“–Niye durdun?..”

“–Eğer bir parmak daha ilerlersem yanarım. Sidretül-Müntehâ’dan ileriye gitmeğe benim tâkatim, tahammülüm müsâit değil yâ Rasûlallah!” dedi.

O orda boynu bükük kaldı. Refref geldi Peygamber Efendimiz’in önüne, Refref’e bindi Peygamber Efendimiz, Refrefle mânevî seyahata, huzur-u izzete devam etti. Yetmişbin nurdan, yetmişbin zulmetten perdeleri geçti

Ref olup ol şaha yetmişbin hicâb,
Nûr-u tevhid açtı vechinden nikâb.

Yâni sanki böyle yüzü peçeli gibi, yetmişbin perde kalkınca, Allah-u Teàlâ Hazretleri vechinden peçeyi açmış gibi cemâlini Habîb-i Edîbi’ne gösterdi.

Âşikâre gördü Rabbül-izzeti,
Âhirette öyle görür ümmeti.

Âşikâre gördü Peygamber SAS Rabbini… Ahirette de inşaallah biz mü’minler Allah’ın lütfuyla, keremiyle, ayın ondördünü seyreder gibi öyle göreceğiz. Dileriz Allah-u Teàlâ Hazretleri nasib eylesin… Diliyoruz, istiyoruz, ısrarla, ağlayarak, gözyaşlarıyla, el açıp, “Aman yâ Rabbi!” diye diye istiyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri o devlete, o nimete, o izzete, o rif’ate bizleri de erdirsin…

Cehenneme düşenlerden eylemesin, cennete bigayrihisâb girenlerden eylesin… Cemâlini görenlerden eylesin… Selâmına erenlerden eylesin… Hani ayet-i kerimede;

(Selâmün kavlen min rabbin rahîm) [Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.] diye bildirilmiş. O rahmeti engin, sonsuz, çok olan Rabbimiz, rahmetiyle bizi selâmına mazhar eylesin, aziz ve sevgili kardeşlerim!..

Tabii her Mi’rac gecesinde de hatırlatıyorum, Peygamber Efendimiz’in Mi’rac hadisesi çok önemli bir olay… Amma Allah-u Teàlâ Hazretleri, biz mü’minlerin de namazlarını Mi’rac eylemiş.

(Essalâtü mi’râcül-mü’min) “Namaz mü’minin Mi’racıdır.” Bunu da bu mübarek gecenin Mi’rac tasvirleri içine eklememiz lâzım! Bir müslümanın huzur ile, şuur ile, bilgi ile, edep ile kıldığı bir namaz, onun Mi’racıdır, Allah’ın huzuruna varmasıdır. “Allahu ekber!” dediği zaman, o yetmişbin nurdan, yetmişbin zulmetten perdeler kalkar; Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin divanına girer insan…

“Allahu ekber!” deyip, Sübhâneke’yi okuyup, Fâtiha’ya geçtiği zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne hamd ü senâlar edip, Allah’tan isteklerini söylemiş olur. Rükûsu, secdesi Allah’a olur. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin önünde secde ediyor.

Bunlar mü’minin Mi’racıdır. İşte bunu anlamak iz’anını, irfanını Allah bütün müslümanlara nasib eylesin… Namazlarını gàfil kılanlardan, cahillerden eylemesin… Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimizi arif, gerçekleri bilen, uyanık, hakîkî müslüman eylesin… Şu mübarek kandil hürmetine, Habîb-i Edîbi hürmetine, Habîb-i Edîbine Mi’rac gecesindeki ikrâmâtı hürmetine bizi de ikramlarına erdirsin…

İslâm En Büyük Nimet

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin en büyük ikrâmı, müslüman olmaktır. Bir insanın sahip olduğu nimetler çoktur, sayılamaz; ömür biter, nimetler sayılmakla bitmez. Ama en büyük nimet İslâm’dır. İslâm’ın kıymetini bilelim! İslâm Allah’ın bize ikramıdır. Müslüman olmaktan dolayı, namazdan dolayı, oruçtan dolayı, hacdan dolayı, zekâttan dolayı bazı sıkıntılar olabilir, bazı sıkıntılar insanın gözünde büyüyebilir. Şeytan bunları bir mâni olarak insanın önüne dizmiş ve insanı içinden körükleyip, kışkırtıp korkutmuş olabilir. Bazı insanların aklına inkâr fikirlerini aşılayabilir. Çünkü insanoğlunun cehenneme girmesini ister şeytan… Şeytana uymamalı, şeytanı kendisine güldürmemeli!…

(İz kàle lil-insânikfür, felemmâ kefera kàle innî berîün minke innî ehàfullàhe rabbel-àlemîn) Sadakallàhul-azîm. Şeytan, “Kâfir ol ey insanoğlu!” der. İnsanoğlu da okuduğu tahsile, Amerika’daki, İngiltere’deki kolej tahsiline, üniversite tahsiline güvenir. Biz onlardan daha çoğunu yaptık halbuki, elhamdü lillâh…

Fransızca, Almanca konuşmasını her şeyi biliyorum makamında alır. Halbuki hiç bir şeyden haberi yok… Ne tarihi biliyor, ne batıyı biliyor, ne batının asıl hissiyatını biliyor, ne Türklüğü biliyor, ne İslâmlığı biliyor, ne de gayrimüslimleri tanıyor. Bir şey biliyorum sanıp, şeytan ona “Kâfir ol!” deyince, kâfir olur; “Tamam, dinin bir afyon anladığını anladım, din bir uyuşturucu imiş, aslı esası yokmuş, din boşmuş…” der.

Din boşsa, hangisi dolu?.. Komünizm mi hak, kapitalizm mi hak, epikürizm mi hak, eksistansiyalizm mi hak?.. Sen hangi felsefeyi beğendin de bu güzel İslâm’ı bıraktın be zavallı?.. Ah, yazık kardeşim, cehenneme kendini nasıl attın?..

Şeytan “Kâfir ol!” der, o da kâfir olur. Çünkü şeytan usta bir aldatıcıdır, aldatır. Ben ilk defa kâfir bir arkadaşa ortaokulda iken rastladım. Biz o zaman –Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın– İsmâil Fennî Efendi’nin kitaplarını filân okurduk. Eski Osmanlı devrinde yetişmiş, batıyı da tanımış olan, mütefekkir büyük insanlar vardı, onların kitaplarını okurduk. “İlim iman etmeyi gerektirir.” diye Diyanetin neşrettiği eserleri okumuştuk. Az çok bilgimiz vardı. Baktım, bizim ortaokuldan sınıf arkadaşı münkir, kıpkızıl, kapkara, hiç bir şeye inanmıyor. Ona Allah’ın varlığını, İslâm’ın hak olduğunu anlatmak için uğraştım. Ama bu kadar âşikâr ilme, irfana, bilgiye rağmen nasıl kâfir olabiliyor, şaşırdım.

Okumuyorlar! Başka şeyleri okuyorlar ama, dinle ilgili, Allah’ın varlığıyla ilgili eserleri okumuyorlar. Diyanetin neşrettiği kitapları okumuyorlar. Münkirlerin sorularına cevapları dinlemiyorlar. Münkiri dinliyorlar da, münkirin yanlışını anlatan kitapları okumuyorlar. Gitsinler Diyanete, sorsunlar; hangi kitaplar var, okusunlar.

Bilimsel kitaplar var, Amerika’da yazılmış, batılı filozofların sözlerini ihtiva eden kitaplar var; okusunlar, anlasınlar. Maalesef anlamıyorlar, doyurucu bir bilgileri de yok; biraz konuşuyorsun, hiç bir şey bilmiyorlar. Halbuki filozoflar İslâm’a gelmişler. Konuşup, düşünüp, ömür geçirip, sonunda İslâm’a gelmiş; onu anlamıyor. Allah şaşırtmasın insanı, bir edepsizlikten dolayı tabii öyle oluyor. Şeytan “Kâfir ol!” deyince, küfrü bir şey sanıyor, hemen kâfir oluyor.

Ama şeytan ne yapar?.. Kâfir ettikten sonra kıs kıs güler insana… (Felemmâ kefera) “İnsan kâfir olduğu zaman, (kàle innî berîün minke) ‘Ben senden uzağım, ben senden berîyim, benim seninle ilişkim yok, bende sorumluluk, vebal yok, vebal benim değil, sen kendin kâfir oldun!’ der. (İnnî ehàfullàhe rabbel-àlemîn) ‘Ben Allah’ın kahrından korkarım, alemlerin rabbi Allah’tan korkarım!’ der bu sefer kâfir olan kimseye…” O da açıkta kalıverir.

“–Yâ, sen demedin mi bana demin ‘Kâfir ol!’ diye?..”

Evet o dedi ama, işte böyle kâfir olduktan sonra da bırakıverir. Küfrün ortasında, küfür gayyasının, katran kazanının ortasında, küfre düşmüş insanı şeytan bırakıverir. Artık çırpınır durur, kolay da çıkamaz küfre girdikten sonra… Katranın içinden kurtulup, bataklıktan çıkıp nura kavuşmak, tertemiz olmak kolay bir şey değildir.

Aziz ve muhterem kardeşlerim, İslâm’ın en büyük nimet olduğunu hiç unutmayın! Allah İslâm nimetinden sizi, evlâtlarınızı ve sevdiklerinizi mahrum etmesin… İslâm’ın güzelliğini herkese anlatın, her yere anlatın; herkes bilsin, herkes kurtulsun.

Bizim çırpınmamız, bizim para kazanmamız için değil, bizim cebimize bir şey girmeyecek. Biz Mekke’deyiz, Mekke’den konuşmayı yapıyoruz, insanların hepsine hitab ediyoruz, tanımadığımız insanlar bile duyuyorlar bunu:

“–Aziz kardeşim, İslâm’ın kıymetini anla, imana gel!.. İslâm hak dindir, Muhammed-i Mustafâ Allah’ın Habîb-i Edîbidir, eşrefül-mürselîndir, peygamberlerin serveridir. Kur’an-ı Kerim Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin, o Peygamber-i zîşâna vahyidir. Vahy-i ilâhidir, her sözü haktır, her ayetinde nice mânâlar gizlidir. Aklını başına topla, kâfirin küfrüne uyma, yalancının yalanına aldanma, şeytanın iğvâatına kanma, nefsine uyma, fâni dünyanın lezzetlerine aldanıp da, ahiretini mahvedip kendini ateşlere yakma!..”

Şu mübarek gece hürmetine Allah-u Teàlâ Hazretleri gözlerden perdeleri kaldırsın, kalplerin pasını izâle eylesin… Cümleye hakkı hak olarak görmeyi nasîb eylesin, bâtılı bâtıl olarak anlamayı nasîb eylesin… Hakka uyup bâtıldan sakınmayı, imana gelip küfürden kurtulmayı nasîb eylesin…

Cenâb-ı Mevlâ ömrümüzü rızasına uygun, güzel kulluk yaparak geçirmeyi nasîb eylesin… Ve hayır hasenât yaparak, eserler bırakarak, sadaka-i câriyeler bırakarak; köprüler, çeşmeler, Kur’an kursları, camiler, müesseseler, mektepler, medreseler, hayırlar, kitaplar, hastaneler, çeşit çeşit faydalı eserler bırakarak, vefatımızdan sonra da sevap kazanacak işler yaparak öyle yaşamamızı; ahirete, huzuruna sevdiği razı olduğu kul olarak varmamızı nasîb eylesin…

(Yâ eyyetühen-nefsül-mütmainne.) diye hitab ettiği, mütmainne makamına erişmiş bir nefis olmayı nasîb eylesin ki, mütmainne makamına erişmek tasavvufla mümkündür. Yâni nefsi terbiye etme çalışmalarını yapmakla mümkündür, ahlâkı güzelleştirmekle mümkündür, “Lâ ilâhe illallah” diye diye kalbi nurlandırmakla mümkündür.

(İrciî ilâ rabbike râdıyeten merdıyyeh) “Rabbinin huzuruna sen ondan razı, o senden razı bir vaziyette, tarafeyn birbirini sever bir şekilde gel, Rabbine kavuş!”

(Fedhulî fî ibâdî. Vedhulî cennetî.) “Benim has kullarımın, sevgili kullarımın arasına sen de gel katıl! Sen de benim cennetime gir!” diye hitab ettiği kullardan olmayı Allah hepimize nasîb eylesin…

Dünyada her şey boştur, fânidir, bitecek. Köşkler, yalılar, Mercedesler, Kadillaklar, uçaklar, bankalar, hesaplar, köşkler, imkânlar, kasalar, ticarethaneler, hanlar… hepsi gidecek, hepsi mirasçılara kalacak. İnsanın kendisini kurtarması lâzım!.. İş Allah’ın sevgili kulu olabilmektir. İmanı anlayıp, Allah’a güzel kulluk edip, sevgili kulu olabilenlere ne mutlu!.. Kâfir kalıp, müşrik kalıp, imana eremeyip İslâm’dan uzak yaşayanlara; sonunda dünyasını, ahiretini berbat eyleyip, cehenneme düşüp cayır cayır yananlara da ne yazık!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi, cümle ümmet-i Muhammedi, tevfikını refîk ederek hak yolda dâim eylesin… İmandan sonra küfre düşürmesin, izzetten sonra zillete uğratmasın… Kabulden sonra reddettiği, koğduğu kullarından eylemesin… Mü’min olarak yaşayıp, mü’min olarak ölmeyi nasîb eylesin… İnsaflı, iz’anlı insanlara da İslâm’ın güzelliğini anlayıp müslüman olmayı nasîb eylesin… Huzuruna sevdiği mü’min-i kâmil olarak varıp, cennetiyle, cemâliyle müşerref olmayı müyesser eylesin; bu mübarek kandil hürmetine…

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

27. 11. 1997 – Mekke (Akra)

M.Esat COŞAN

(Visited 60 times, 1 visits today)
Okunma Sayısı : 26.359

Yorum yapın

Şimdiki Aklım Olsaydı

Karıma Yaptığımın Aynısını Kendim Buldum

Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmazmış derlerdi. İşte ben bunu bizzat yaşayanlardan biriyim. Bir kez daha anlıyorum ki zulmedenin yanına kalmadığı gibi Allah c.c. insana ne için, neden bunları yaşıyorumun cevabı ...
Devamını Oku

Ne Okusak

Şefik Can Hatıralar – Hayat Nur Artıran

Şefik Can Hatıralar Kitap Açıklaması Kıymetli şahsiyetini bu hayâl âleminde daima gölge bir varlık olarak tanımlayan Şefik Can; miladi takvime göre doksan altı, hicri takvime göre doksan dokuz yaşına kadar aşk ...
Devamını Oku

Ne İzlesek

MyMecra ve Prof. Dr. Sinan Canan

Prof. Dr. Sinan Canan'ın MyMecra Youtube kanalıyla yaptığı programı siz Zarif Hanımlara tavsiye ediyoruz. İyi seyirler https://youtu.be/kEzawTe5ycc
Devamını Oku