Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmazmış derlerdi. İşte ben bunu bizzat yaşayanlardan biriyim. Bir kez daha anlıyorum ki zulmedenin yanına kalmadığı gibi Allah c.c. insana ne için, neden bunları yaşıyorumun cevabı olarak maruz kaldıklarıyla bildiriyor. Hakikaten Yüce Allah’ın adaleti çok yüksek. Hayatıma geri dönüp baktığım zaman hiç muhtaç duruma düşmeyecek hep böyle sağlıklı ve dirençli olurum zannederek ne çok eziyetler yapmışım karıma hem de ne çok. Gün gelip bu kadar aciz olabileceğimi şimdilerde ki çaresiz halim tabiri caizse yüzüme yüzüme vuruyor tüm yaptıklarımı bir bir. İmtihanlar içimi yakınca yandığı ve dersler verdiği yerden söyletip başlatıyor insana.
Her şeyin başına, geçmişine dönmek gerekiyor aslında. Yıllar yıllar önceydi, sevdiğim aşık olduğum bir kız vardı, onun da bana karşı hisleri olduğunu nice sonra anladım. Her şey o kadar güzel ilerliyordu ki bir şey olacak sanki bu büyü bozulacakmış gibi geliyordu. Korkularım ve sevinçlerim ile karışık duygularım, yaşadığım bu mutluluğa engel olamıyordu. Birbirimize aşıktık! Var mıydı bunun ötesi? Her ne olursa olsun çıkardık altından evvel Allah. Sevgimizin, mutluluğumuzun tadını çıkarmak varken gerisi boş, gerisi yalan değil miydi? Tabi hayat insanı öyle kaptan kapa girdiriyor ki! Görüyoruz ki bir süre bunların ehemmiyeti kalmıyor. Neyse günlerden bir gün “Niye ayrı kalalım ki evlenelim, bu mutluluğu taçlandıralım” kararıyla ailelerimize açıldık. Onun ailesi makul karşılarken, benim ailem sevdiğim kızı kabul etmedi. Tabi yıkıldım, çok üzüldüm. Bu durumu içime sindiremiyordum. Benim ailem zenginliklerine güvenip, benim duygularımı hiçe sayarak, ne kadar üzüldüğümü göremiyorlardı. “Onlar için benim kıymetim yokmuş demek” diyerek uzun süre hayıflandım. Tabi gençlik, güç, cesaret bizim adımızdı, “Madem öyle hadi bakalım böyle olsun” diyerek ailemi karşıma aldım. Baktılar ki ben çok kararlıyım, mecburen kabul etmek zorunda kaldılar.
Dünyalar benim olmuştu, her şey gözüme nasıl güzel görünüyordu. Artık sırtım yere gelmezdi. Evlilik hazırlıkları, düğün telaşı derken bizim de bir yuvamız olmuştu, hem de sevdiğim kızla, hayat bana güzeldi. Günler günleri kovalarken sevincim kursağımda kaldı. Keşke bu duyguyu daha uzun zaman hissedebilseydim. Olmadı olamadı, malum istenmeyen bir eş almıştım. Ailem istiyor gibi görünüp sonrasında biz gerekeni yaparız diye and içmişlerdi sanki. Günler geçtikçe sıkıntılar bir bir başlamıştı. Karımın her hareketi gözlerine batıyordu. Tabiri caizse ne yapsa, ağzıyla kuş tutsa yine yaranamıyordu. Bir kez nefret etmişlerdi, bunu değiştirmenin ne kadar zor olduğunu dört ay sonra eşimde fark etti. “Böyle devam edemeyiz, ailen bu tutumundan vazgeçmeyecek. Elimizden geleni yaptık, sonuç değişmiyor. Aileni olduğu gibi kabul de edemiyorum çünkü hakikaten zorlanıyorum ve kendimi tanıyorum, bunları kaldıramam. Biz en iyisi seninle de aramız kötü olmadan medeni bir şekilde ayrılalım.” dedi. O kadar kararlı ve emindi ki onu durdurmanın imkanı yoktu, kabullenmek en doğru olandı. Tabii ki kolay olmadı ama başka seçeneğimde yoktu.
Ayrıldık, her şey bitmiş bense enkaz haldeydim. Epey bir süre ruh gibi dolaştım. Zaman her şeyin ilacı olduğu gibi beni de toparlamış, tabi içimdeki kin duygusuna ise yapılacak bir şey yoktu. Bu duyguya engel olamıyor hatta içten içe besliyordum. Ailem yeniden evlenmem konusunda baskı yapmaya başlamıştı bile. Yok olmaz derken kurtulamadım haliyle. “Madem benim sevdiğimi, bulduğumu istemediniz beceremedim, siz bulun onunla evleneyim.” diyerek resti çektim. Tabi onların da işine geldi bu durum. Çocuklarımın annesini bulup beğenip karşıma çıkardılar. Düşünmeden olur dedim, çünkü kendim için değil onlar için evleniyordum.
İçimdeki kini ve intikam duygusunu ise hala sıcak tuttuğumu yıllar sonra karıma olmadık eziyetler yaptığımda fark ettim. Evet evet, bu duyguyla evli kaldığımız süre boyunca otu çöpü bahane ederek hayatı fitil fitil burnundan getiriyordum. İki oğlum olmuştu maddi hiç bir sıkıntımız yoktu. Buna rağmen annemin evini temizlemesini isterdim zaman zaman, onu ezmek, küçük düşürmek isterdim. Obsesif derecede titizdim. Garibim hem eve yetmeye çalışır hem annemlere. Hiç umurumda olmaz, yüklendikçe yüklenmeye devam ederdim. Hiç merhamet etmeden o narin omuzlarına onca zalimliği yüklerdim. O ise bana karşı koşulsuz sevgi duyar onca yaptıklarıma rağmen kelebek misali uçuş uçuştu. Ağlar ağlar kalkıp göz yaşlarını siler. Kalbindeki hiç bitmeyen sevgisiyle yine gözlerime umutla bakardı. “Vay, niye her akşam geldiğim saatte bu yemek hazır değil, niye saçın başın özensiz, niye kuaföre gidilmiyor daha neler neler?” Bir fırtına çıkarırdım, her yer ve her şey toz duman olurdu. Ailemden intikam almaya çalışıyordum aklım sıra, siz benim istediğim kızı gelin olarak kabul etmediniz, sığdıramadığınız bu eve bakın ben sizin aldığınız kızı sığdıracak mıyım, diye kök söktürüyordum. Sanki onların çok umurundaymış gibi zaman zaman onlarında eza ve cefalarına maruz kalırdı, lakin gözümü nasıl bir kin bürümüşse görmezden gelirdim. Nasıl saçma sapan bir durumun içindeydim, anlaşılır gibi değildi. Giden gitmişti kalbim yaralıydı. Ailem inat etmiş istediklerini almıştı. Bu garibin ne günahı vardı. Resimde olmamasına rağmen kurban seçilmişti benim tarafımdan. Olacak şey değildi.
Masum karım benim, düşündükçe içim sızlıyor. Hiçbir şeyden habersiz yuvası, eşi olsun hayalleriyle evlenmişti. Çok sevdiği değer verdiği ‘tosun paşam’ dediği adam arıza çıkmıştı. Olsun sevgimle iyileştiririm, sabrımla mücadele ederim, anlayışıyla yıllarını, bedenini ve ruhunu feda edip benim isteklerime göre yönlendirdi. Bense maddi imkanları ayağına sunar, diğer yandan ağzından burnundan getirirdim. Tabi buna can nereye kadar dayanırdı ki tahmin edeceğiniz gibi çaresiz derde yakalandı. Doktor doktor geziyorduk bir çare bir ümit düşüncesiyle. Ama nafile, teşhis konulmuş geçmesi, çok zor onunla birlikte gidecek bir hastalık diyordu, uzmanlar. Zaman zaman ataklar geçirirdi, çok canı yanar perişan olurdu. Düşündükçe yerin dibine giriyorum. Ona da inanmaz, numara yapıyorsun derdim. Gider acısını, krizini tek başına ayrı bir odada geçirir sakinleşip kendine gelince yanıma gelirdi. Uzun yıllar böyle devam etti. Hastalığından sonra hırs, kin ve intikam duygum baya azalmış, daha sakin davranmaya çalışıyordum lakin zalimlik öyle bir şey ki yaptıkça yapasın geliyor, karşındakinin ezilip değersizleşen halini gördükçe kendini daha cesurmuşsun, daha üstün bir varlıkmışsın gibi iyi hissettiriyor. Tabi şimdilerde bunun psikolojik bir sorun ve hastalıklı bir ruh olduğunu öğreniyorum. Kibirim ve egom tavan yapmış da haberim yokmuş, narsis bir kişilik yapısı içinde olmam gözümü ve kalbimi kör etmiş, ne büyük acı.
Karıma türlü türlü tedaviler uygulanıyor, alternatif tıp vs. derken mücadelemiz umutsuzca ilerliyordu. Gün geldi hiçbir şey sonuç vermedi ve ben, canım karımı kaybettim, daha kırklı yaşlardaydı. Narin ve sabırlı bedeni bunca eziyete artık dayanamayıp bu zalim adamın sevgisini sığdırdığı kalbi artık atmıyordu. Çocuklar ve ben yetim ve çaresiz kalmıştık, meğer hepimizin arkasında karlı sıcacık bir dağ gibiymiş de farkında değilmişiz. Onun kaybı içimde derin yaralar açtı. Tüm heybetim, zalimliğim bir balon gibi sönmüş aciz birine dönüşmüştüm. Onun yokluğu eski benden eser bırakmamıştı. Tam iki yıl her gün hiç aksatmadan elimde çiçek sabahın sekiz buçuğunda kabrinin başında “Niye bizi bırakıp gittin hayatım?” diyerek hesap sordum, ağladım. Ne acıdır ki yine bencilce, yine kendimi düşünerek. Onu hatırlatan her şeyi sattım, daha küçük sade bir hayat oluşturdum kendime. İki yılın sonunda mezarlıktaki çiçekçi “Sağ ol abi, sayende zengin oldum. Ama artık gelme, yapma kendine bunu. Git git kardeşim, hayatına devam et.” diyene kadar mezarına gittim. Çaresizdim, ne yapacağını bilmez bir haldeydim, nasıl devam edilir bilmiyordum ki. Mezarının başında yaptıklarımın vicdan yükünü hafifletmeye çalışıyordum, bilemiyorum. Ama çiçekçi haklıydı, buna bir düzen getirmeliydim. Sonuçta hayat devam ediyordu ve iki tane oğlum vardı, onlar için de olsa toparlamalıydım.
Yavaş yavaş hayata karışmaya başlarken Allah’ın yüce adaleti gelip beni bulmuştu. Tabiri caizse belamı bulmuştum. Vücudumda yoğun ağrılar, kasılmalar başlamış dayanılır gibi değildi. Tabi doktora gittim. Hastalığına inanmadığım, ataklarını küçümseyip numara yapıyorsun dediğim karımın hastalığının bire bir aynı teşhisi doktorlar tarafından bana konulmuştu. İşte bu dünyadayken başıma gelen adaletin tecellisiydi. Aynı acılar aynı atakları yaşıyorum. Bakalım öldükten sonra diğer tarafta nasıl tecelliler ile karşılaşacağım.
Dileğim ve duam Allah beni affetsin.