Derman Hanımcım, sizlere bire bir yaşadığım ve sonra gözlerimle tanık olduğum bir hikayemi paylaşmak istiyorum. Üç çocukla hayatı mücadeleler ile geçen bir evliliğim oldu. Eşim tır şoförüydü, yurt dışına taşımacılık yapıyordu. Yine nakliye yaptığı bir ülkede usulsüzlük sebebiyle tutuklandı. Uzun süre dilini, kültürünü bilmediği, kimsesizlik içinde geçen bir hapis hayatı yaşarken biz ise buralarda üç çocukla maddi ve manevi dar boğazın içinde nefes almaya çalışıyorduk.
Nasıl yaparız, nasıl kurtuluruz derken kayınvalidem bize destek için yanımıza taşındı. Sağ olsunlar maddi ihtiyaçlarımızı iyi kötü gideriyorlardı. Bu arada bankada çalışan görümcemin bir kızı vardı, ona kayinvalidem baktığı için haliyle gündüzleri o da bizde oluyordu. Ben ve çocuklarım bu süreci en kolay nasıl atlatırlar diye gayret ve mücadele verirken kayınvalidem ise görümcemin kızına bir prenses gibi davranıyor çocuklarımdan ayrı ihtimam ve özen gösteriyordu. İçten içe üzülüyor ama kendi kendime çocuğun annesi çalışıyor, görüşemiyorlar doğru düzgün, kayınvalidem de eksiği kapatmaya çalışıyor diye teselli ediyordum kendimi. Uzun süre bu ayrımcılık devam etti. Hatta dikkatimi çekmeye başladı, her gün istinasız kayınvalidem görümcemin kızını alıp tek başına odaya götürüyor üstünü değiştireceğim diye ve uzun uzun içerde kalıyorlardı. Her odadan çıkışta elinde küçük bir siyah poşet gizlice çöpe atıyordu. Bunun hep böyle olması beni takip etmeye zorladı, çünkü işkillenmiştim. Burada, benden ve üç masum çocuğumdan gizlenen bir şeyler vardı sanki. Yine bir gün kayinvalidem panikle hızlı hızlı çıktı odadan çaktırmadan elindeki siyah poşeti çöpe attı, içeri geri döndü. Ben de süratle onlar görmeden çöpü karıştırıp, attığı siyah poşeti bulup içini bir telaşla açtım. Birde ne göreyim bir muz kabuğu ile bir meyveli yoğurt kabı. O kadar üzüldüm ki gözlerim doldu. Babasız zar zor geçim sağlamaya çalışan ben, çocuklarımın öz babannesi tarafından kandırılıp torun kayırmasına şahit oluyordum. Öyle hüzünle ve niyazla Rabbime ellerimi açtım ve yürekten yakardım ki! Hala düşündükçe yüreğimden bir şeyler kopuyor.
Evlatlarımdan gizlenen ve onlara layık görülüp yedirilmeyen muz ve meyveli yoğurtların acısı ve bedelinin gün gelip o masum çocuktan çıkacağını o günlerde nerden bilebilirdim ki? Zaten hak yerini er ya da geç bulmuyor muydu? Ettiğini en sevdiğinden ve kayırıp ayırım yaptığından çekmiyor muydun?
İşte burada da takdir değişmedi. Aynen böyle vukuuu buldu. Görümcemin kızı çok aşırı beslenmekten obez hastalığı, arkasından şeker hastalığı, sonrasında anne ve babası boşanıp ayrılınca da MS hastalığı teşhisi ile ömrünün sonuna kadar ilaca mahkum, kabul etmekte zorlandığı içinse depresyon içinde bir hayata mahkum oldu. Bu ayırımı yapan kayınvalidem çok sevdiği torunun karşısında her gün ölürken Elhamdülillah Rabbim o meşakkatli günlerden beni ve çocuklarımı sağ salim çıkardı, hepsi evlendi yuvasını işini buldu, mutlu mesut bir hayatın içindeyiz.
Bizim imtihanımız belli bir süre olurken bize çifte standart uygulayanların imtihanı hala devam ediyor, bakalım nerede son bulacak. Gerçi herhangi bir pişmanlık ve helallik emmaresi hala görmüş değilim. Allah ıslah eylesin diyorum.
Sözün özü kimsenin ettiği yanına kâr kalmıyor, adaletin terazisi herkes için çalışıyor şükürler olsun Rabbime. İnsanın kalbinin ve vicdanın rahatlığı hiçbir şey ile ölçülemezmiş.
Rumuz: Huzurlu
Kıymetli kardeşim, büyüklerimizin sözleri kulağımda çınlıyor “Evladım etmesi kolay da çekmesi çok zor.” diye. Hakikaten nefsin tuzağına sürüklenip zalimce ve merhametsizce davranmak kolay gelebiliyor, lakin bedel ödeme zamanı insanın ağzından burnundan gelecek kadar acının dibini yaşamak zorlu bir süreç. Nefislerin körleşip “Gün ola harman ola devran dönüp bir gün bizi de bula.” sözünün öğüt kısmında kalması üzücü. Çünkü muhakkak hak yerini bulacaktır. Asla kaçış yoktur. Özellikle kul hakkı meşakkatli bir yoldur. Engelleri ve bedelleri zorlu taşlar ile bezelidir. O yüzden evlatlarımızı büyütürken döne döne “Aman ha hak yeme hakka girme, asla iflah olmazsın.” diye öğüt veririz. Birilerini incitip kırarken üzülmenin özür dileme erdemiyle davranmanın kıymetli olduğunu vurgulamak mühim. Çünkü can yakarken mutlu olan zihniyet hastalıklı bir ruha sahiptir. Çocuklarımızı büyütürken takibini iyi yapmalıyız. Merhametli bireylere toplumun gerçekten çok ihtiyacı var. Burada da ailenin önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor. Bireyin kalbinde merhamet yoksa kaç yaşına gelirse gelsin değişmiyor ve gereğini yapmaktan da geri durmuyor maalesef. Değer eğitimi çocukluğa dayanıyor. Merhametli bir çocuk, merhametli bir genç, merhametli bir yetişkin, merhametli bir babaanne ve dedeye toplumun her daim ihtiyacı var.
Selametle.
Zarif Hanımlar